27 Aralık 2011 Salı

Nazar mı dediniz?

Nazar boncuğuna olmasa da nazara inanmışımdır hep. İdil doğduğundan beri kızıma nazarımın fazlasıyla değdiğine de inanır oldum. Ne zaman bir şeyler iyiye gitse, ben çenemi tutamıyorum ve erteki gün o iyiye giden şey her ne ise yerle bir oluyor... Geçenlerde gayet kısa olan gündüz uykularının süresinin yavaş yavaş uzamaya başladığını farkettim ama sustum pek tabii yine nazar değdirmeyeyim diye. Bir kaç hafta boyunca gözlemledim, sonra gördüm ki bu durumun nazarlık bir yanı kalmadı. Hem uyku sürelerimiz uzamıştı, hem de uzayan süreler de bir rutine binmeye başlamıştı. Uzunca bir süredir böyle olduğu ve artık bozulacağına inanmadığım için anneme bu durumdan bahsettim, ağzımı açtığım anda nazar değdireceksin yine diye uyardı beni... Açmaz olaydım ağzımı! Benim sevgili kızım tam da o gün artık uzun uyumak istemediğine karar verdi!

Bu yazıyı niye mi yazdım? Bir önceki yazımı okumuşsunuzdur herhalde, hani şu şeytanın bacağını kırmamızla ilgili olanı, hani artık İdil'in az da olsa yemek yemeye başladığını anlatığım yazıyı. Ben o yazıyı yazdım ya, benim sevgili kızım her ne hikmetse tam da ertesi gün tekrar yemek yemek istemediğine karar verdi! Üstelik hiç birşey yemezken bile, sevdiği ve bitirdiği tek şeyi, yumurta sarısını bile yemez oldu!

Bir daha ağzımı açar mıyım bu ve benzeri konularda? Hiç sanmıyorum...

15 Aralık 2011 Perşembe

Şeytanın bacağını kırdık

Yaklaşık 3,5 ay önce başlayan ek gıda maceramız benim için her geçen gün daha da işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı. İdil’e hiçbir şey yedirememek hem anne sütünün artık tek başına yeterli olmayacağını düşünmemden kaynaklı acaba yeteri kadar beslenemiyor mu endişelerini beraberinde getiriyordu, hem de bütün o uğraşlarımın boşa çıkması sonucu ister istemez bende bir sinir bozukluğu yaşatıyordu.

Fark ettiniz mi bilmiyorum ama –di’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü sanırım biz artık şeytanın bacağını kırdık! Yaklaşık bir haftadır İdil yemek yemeye başladı. Belki hala çok iştahlı değil, hala tabağındakilerin yarısı kalıyor ama neredeyse her şeyi reddeden kızım artık az da olsa yemek yemeye başladı. Bu bile benim için bir muzice. Üstelik içimdeki o güzel ses, günden güne daha da iyiye gideceğini söylüyor. Birkaç gündür bu yazıyı yazmak istiyordum ama ne yalan söyleyeyim korkumdan yazamadım. Ne zaman kızımla ilgili olumlu giden bir şeyi dile getirsem ertesi gün bir anda tersine dönüyor. Umarım bugun bu satırları yazdığım için yarın hiçbir şey yemeyen İdil geri gelmez… Çünkü biz böyle çoooook mutluyuz

Darısı uykularımızın başına…

Bu arada minik kızım yemek yemeye başladı ya, üstteki iki dişi de çıktı daha iyi yiyebilsin diye

22 Kasım 2011 Salı

Yaşasın özgürlük

Baba kız aşkı tam gaz devam ediyor. Bir bağ oluştu ki aralarında sormayın… Akşam eve geldiğinde sevinç çığlıkları atıyor resmen. Tabi babası da bol bol kızını kucaklayarak bu durumdan payını alıyor. Bir yandan mest olurken, bir yandan da bu kadar anneci biriyken bu ani düşkünlüğün sebebini anlamaya çalışıyor.

Hastalıkla birlikte zaten sevmediği ek gıdayı hiç almaz oldu neredeyse. Kahvaltıda yediği biraz yumurta sarısı, öğleden sonra birkaç kaşık meyve püresi ve arada kemirdiği ekmeklerle günü bitiriyor.

Büyüdük ya, banyomuzu artık bebek küvetinde değil, oturakta yapıyoruz, bol bol suyla oynuyoruz. Ah bir de sonrasında kavga dövüş üstünü giydirmek olmasa…

Artık tepkileri o kadar farklı ki minik kızımın, bazen karşımda yetişkin bir insan duruyor sanıyorum. Ufak bir tebessüme kahkahalarla cevap veriyor, sevindiği zaman alkışlamaya başlıyor. Sanki bakışlarımdan ona ne demek istediğimi bile anlıyor gibi. Bu günlerde en büyük zevki ayağa kalkmak. Onu koltuğun kenarlarından alabilene aşk olsun… Hatta bu ayağa kalkma işini o kadar abarttı ki, gece uyandığında eğer odasındaysa daha yanına gidemeden, benim yanımda yatıyorsa kafamı kaldıramadan yatağın başına tutunup ayağa kalkıyor. Hal böyle olunca uykusu da açılıyor maalesef. Sonra uyut uyutabilirsen. Bazen gecenin bir vakti bırakıyorum kendi haline, defalarca kalkıp oturuyor. Sonra kendiliğinden yüzüstü yatıp, kafasını da yan çevirip uyku pozisyonuna geçiriyor ve birkaç saniye öyle kıpırdamadan duruyor. Anlıyorum ki yoruldu, hemen tekrar uyutuyorum kuzucuğumu.
Gün içinde ayakta durmaktan vakit kalırsa eğer, evdeki kablo, priz ve benzeri oynanmaması gereken ne kadar tehlikeli şey varsa, son sürat emekleyerek onların yanına gidiyor. Bir de yürütecimiz var artık. Çok fazla kullanmayı düşünmediğim için arkadaşımdan aldım bir süreliğine, gün içinde çok sık ve uzun süreli olmasa da, zorunlu hallerde ona koyuyorum. Şimdilik seviyor gibi ama tek başına bir yerlere tutunarak ayağa kalkmanın zevki şu an için paha biçilemez.

Ay ay ay...

Uzun zaman olmuş yine bir şeyler yazmayalı. Kuzucuğum çok hasta oldu bu süre içinde. Önce burun akıntısıyla başladı, günlerce salya sümük dolaştı etrafta, emerken, uyurken o kadar zorlandı ki… Tam geçiyor derken bu sefer ben hasta oldum, hem de uzun zamandım olmadığım kadar. Bir yanda nezle, bir yanda öksürük, üzerine bir de sesim kısıldı ki, tam evlere şenlikti. İdil’e seslendiğimde duyamıyordu bile annesinin sesini. Tabi sonunda babamıza da geçti hastalık. Bayramı aile boyu hasta olarak karşıladık. Sonra biz iyileştik ama kızımın hastalığı tam iyiye doğru giderken tekrarladı maalesef. Bu sefer öksürük ve ciddi bir hırıltı da eklendi ve sonunda sesi de kısıldı. Geçen hafta Pazar günü uyandığımızda o kadar bitkin düşmüştü ki, kucakta sürekli kıpır kıpır olan İdil, gün içinde tam dört kere babasının kucağında hareketsiz öylece dururken uyuya kaldı. Daha önce hiç söylemediği bir şeyi söylemeye başlamıştı. Acaba hiç halim yok, her yerim ağrıyor mu demek istiyordu gün boyu ‘ay ay ay’ derken? Hiç olmadığı kadar halsiz, hiç olmadığı kadar mızmız olmuştu bir gün içinde. Neyseki kısa sürdü, ertesi güne güzel başladı bol bol uyuduktan sonra. Derken bir hafta geçmeden Eskişehir’e geldik ve burada ilk defa aşı dışında ateşi yükseldi. Ateş düşürücü, ılık duş ve soğuk komprese rağmen düşmeyince ateşi, soluğu hastanede aldık. Burada da uzun süre düşmedi, doktor kan testi istedi enfeksiyon ihtimaline karşı ve kan testi sonucunda antibiyotik verdi. Tabi eczaneden ilacı almamıza rağmen eve gelir gelmez kendi doktorumuzu aradım ve çıkan sonucu okudum ona. Şu anda değerlerin hala normal sınırlar içinde olduğunu söyleyerek ilaca başlamamamızı söyledi. Tabi ilaca son derece karşı olan ben, doktorumuzun dediği gibi vermedim kızıma antibiyotiği. Gece bir kere daha yükselen ateş ertesi gün bir daha çıkmamak üzere düşmüştü. Kızım ilaca gerek kalmadan hastalığını atlattı neyse ki. Sesi bir haftayı geçmesine rağmen hala kısık ama olsun, o da iyiye gidiyor günden güne. Bu hastalık süresince içimi en çok acıdan şey, ateşin ertesi günü kızımın gözlerinin altının çökmesi, mor mor olmasıydı. Kim bilir ne kadar bitap düşmüştü o küçücük bedeni…

22 Ekim 2011 Cumartesi

Baba kız aşkı...

Minik kızım sanırım artık büyüyor ve  açık bir şekilde benden daha fazla ilgi ve alaka bekliyor. Hal böyle olunca da kendime artık çok daha az vakit ayırabiliyorum. Son zamanlarda o kadar çok şey oldu, o kadar çok yazacak şey birikti ki nerden başlayacağımı bile bilmiyorum. Bugün ilk defa iki adım emekleyip, sonra sürünerek devam etmeyi bıraktı ve tam olarak emeklemeye geçiş yaptı. Tabi bununla birlikte muzurluklara da başlamış bulunmakta. Rahat etmesi için salondaki orta sehpayı kaldırıp, koca bir halıyı oyuncaklarla doldurdum üzerinde rahat vakit geçirmesi için. Ama benim afacan kızım nerde kablo, fiş ya da dokunulmaması gereken şey varsa, olanca gücüyle arkasına bile bakmadan onlara doğru ilerliyor. Bense arkasından, “cısss, hayır kızım, bak onlar tehlikeli” diye kendi kendime konuşup, hiç tınlamadığını fark edince  kucaklayıp tekrar halının üzerine bırakıyorum. Tüm gün boyunca bu durumun kaç kere tekrarlandığını söylememe bile gerek yok sanırım.

Bu arada ikinci dişimiz de çıktı, hatta yarıya kadar uzadı diye yazarken, ne kadar uzun süredir yazı yazmadığımı tekrar fark etmiş bulunuyorum.

Ek gıdayla aramız hala iyi değil maalesef. Sevmediği şeyleri zaten yemiyor ama sevdiği şeyleri de birkaç kaşıktan sonra yemek istemiyor genelde. Ağzını sıkıca kapatıp, kafasını sağa sola sallıyor hayır der gibi yemek istemediği zaman. Eğer yine yedirmeye çalışırsam direk elleriyle müdahale edip ittiriyor kaşığı. Ek gıda konusunda bizi zor bir süreç bekliyor…

Peki ya babası? Benim minik kızım yaklaşık 15 gündür babasıyla aşk yaşıyor… Babası eve geldiği an bütün gün uğraşıp didinen annesinin pabucunu dama atıyor ve babasını kucağından inmek istemiyor. Ben de dahil olmak üzere, babasının kucağındayken kim gel derse desin, önce bakıyor yüzüne, sonra “yok yaaa” der gibi babasının boynuna sokuluyor ve gülmeye başlıyor. Gelmem diye meydan okuyor resmen. Almaya kalkışırsak da daha kucağından alamadan yakasına paçasına yapışıyor bırakmamak için ve ağlamaya başlıyor. Babası tekrar kucağına alınca da ağlaması bir anda bıçak gibi kesiliyor ve gülmeye başlıyor. Tabi bu durum benim çok işime geliyor o ayrı… Babası kızının ağlamasına dayanamadığı için gün içinde çok yorulan bir anne olarak bu durumu sonuna kadar kullanıyorum…

Dedim ya, kızım büyüyor diye, artık yaptığım şeylerin aynısını yapmaya çalışıyor. İşaret parmağımla oyuncağının üzerindeki boncukları çeviriyorum, önce dikkatle izleyip aynı şekilde, yine işaret parmağıyla becerebildiği kadar aynısını yapmaya çalışıyor. Davul şeklinde, vurunca ses çıkaran, ritm tutan, çevirince farklı bir müzik çalmaya başlayan bir oyuncak aldım, ki bu aralar en favori oyuncağımızdır kendisi, ben vurunca o da vuruyor, ben çevirince o da çeviriyor. Biliyorum, her çocuğun geçtiği, geçeceği çok olağan aşamalar bunlar ama insanın kendi yavrusunun birşeyler öğrendiğini görmesi, birşeyleri yapmak için çaba sarfettiğine şahit olması herhalde bir anne için en büyük mutluluk... Bazen boynumu hafifçe eğip, yüzümde hafif bir gülümsemeyle ama en önemlisi de gururla onu izlerken buluyorum ya kendimi, işte o duygu bambaşka bir duygu...



4 Ekim 2011 Salı

Bababababa...

Zaman ne de çabuk geçiyor ben farkına bile varamadan. Tam 7 aydır kalbim bir başka çarpıyor. Mutluyum ben; onu ellerimle büyüttüğüm için, onunla birlikte büyüdüğüm için... Nasıl bir duygudur ki bu, bir çığ gibi büyüyor sevgisi içimde her geçen gün. Bazen yorulduğumu hissettiğimde bir an önce uyusun diye gözlerine bakarken,  biraz uzun uyuduğunda onu koklayıp öpebilmek için uyansın diye beklemek mi annelik dedikleri acaba?

Dedim ya, bugün 7 aylık oldu benim kızım… Hem küçücük hala, hem kocaman. Hatta o kadar kocaman bir kız oldu ki, üç gündür bülbül gibi şakıyor resmen. Tamam kabul ediyorum, çok uğraştım önce anne demesi için ama o tam üç gündür dur durak bilmeden, bir şeyleri başarmış olmanın verdiği o en büyük keyifle ‘bababababababa’ diyor.

Bir de kime çekmiş bilinmez, çok inatçı, çok asi bir kızım var benim. Yapmak istemediği hiçbir şeyi yapmıyor. Oyunla bile yaptıramıyoruz çoğu zaman istemediği bir şeyi. Bu aralar en nefret ettiği şey ana kucağında oturmak.  O kadar direniyor ki oturmamak için, öyle bir köprü kuruyor ki, oturtabilene aşk olsun! O kadar geriyor ki kendini, zorlamak da mümkün değil, beline bir şey olacak korkusuyla.

Hala desteksiz oturamıyor, zaten oturmayı da sevmiyor. Oturtmaya çalıştığımda ayakları ile yerden güç alıp ayağa kalkmaya çalışıyor sürekli. Bu gidişle, oturmayı öğrenmeden ayağa kalkacak benim kızım.


Ek gıda maceramıza gelince; hala yoğurt yemiyor, meyveyi ise canı istediği kadar yiyor. Ben de iyice soğutmamak adına hiç zorlamıyorum. Bu ay kahvaltıya, sebzelere, çorbalara başlayacağız. Bakalım ilerleyen günlerde bizi neler bekliyor…

25 Eylül 2011 Pazar

Bir minik tavşancık

Şu an eşimin şehir dışı seyahatleri sebebiyle Eskişehir’de ailemin yanındayım. Son günlerde zaten berbat olan uykularımız iyice içinden çıkılmaz bir hale geldi. Geceleri çok sık uyanan kızım, artık uyandığında tekrar uyumak istemiyor ve bu durum beni gerçekten çok zorlamaya başladı. Öyle ki, geçen gece annemi uykusundan uyandırıp ondan yardım istedim çaresizlikten. Gündüzleri ise zaten kendi kendine oyalanmayı sevmeyen kızım bir saniye bile yalnız kalmak istemez oldu. Bir de ek gıdaya geçmiştik ya, son birkaç gündür zaten yoğur yemeyen kızım o çok sevdiği şeftali püresini ve elmayı da yemez oldu. Hatta kaşıktan bile korkar oldu sanki. Almamak için ağzını sımsıkı kapatıyor ve kafayı iki yana sallıyor hayır der gibi. Biliyorum ki, bu huzursuzluğu sebepsiz değil… Minik kuzumun ilk dişi çıkıyor. Alt orta dişlerden sol taraftaki bize merhaba dedi üç gün önce. İlk fark ettiğimde topluiğne ucu kadar bir beyaz nokta vardı, şimdi iyice yarılmış durumda ve dişin tüm yüzeyi görülüyor. Umarım bu süreci en hafif şekilde atlatırız. Biraz rahatlatmak için dişe sürülen jellerden aldım belki biraz faydası olur diye ama sürmek ne mümkün, ağzını sıkıca kapıyor ve hiçbir şeye izin vermiyor. İlerleyen günlerde umarım daha net bir fotoğrafını da çekebilirim. Şimdilik çekebildiğim bu tek kare ile idare edeceğiz.



Bu arada emekleme çalışmalarımız son hız devam etmekte. Aslında daha çok sürünüyor diyebiliriz. İki gündür dururken tam emekleme pozisyonuna geçiyor ama iş ilerlemeye gelince beceremeyip tekrar sürünmeye başlıyor hedefindeki oyuncağına ulaşmak için. Ha bir de o yan duruşu yok mu tek dirseğinin üzerinde, beni benden alıyor…


23 Eylül 2011 Cuma

Yer misin, yemez misin?


6 ayı doldurmamızla beraber ek gıda maceramız başladı. İdil’in sadece anne sütü alması ve kilosunun fazla olması sebebiyle ilk ay sadece meyve püresi ve yoğurt ile başladık. Biz öyle başladık ama İdil hanım sadece meyve püresi ile başladı diyebiliriz aslında. Sevmedi kızım yoğurdu. Kendim de mayalasam, hazır da alsam, içine meyve püresi de katsam, pekmez de katsam fayda etmedi. Belki sevmedi ama annesi de pes etmedi henüz. Denemelerimiz tüm hızıyla devam etmekte… Bu arada mama sandalyesinde oturmayı çok sevdi İdil… Kim bilir belki sevgili kuzeni Nilsu’dan kızıma armağan olduğu içindir…  

Büyüdük işte

Daha önce söylemiştim ya, İdil tam 2,5 aylıkken ilk tatilimize gittik. Benim minik İdil’im tam da 19 Mayıs günü ilk kahkahasını attı. Tabi ki çıngırağını sallayan babasına… Ve ben o ilk kahkahayı kısa bir şokun ardından cep telefonuma sarılıp kayıt altına aldım. Videoya çekmesi benden, izlemesi sizden…

Unutmamak adına, ilk kez 4 aylıkken yüzüstü döndü, 5 aylıkken denize girdi, ayağını emmeye başladı ve 6 aylıkken ilk kez salıncağa bindi, henüz emekleyemese de sürünmeye başladı tek bacağından destek alarak.



Uyusun da büyüsün


Eşim şehir dışından bir iş almıştı ve sürekli şehir dışına gitmek zorunda olacaktı. Bu sebeple İdil tam 1 aylıkken doktor kontrolünün hemen ardından Eskişehir’e gittim ailemin yanına. Aslında annemle birlikte döndük demek daha doğru olur. Böylesi hem benim için çok daha rahat olacaktı, hem de babamı daha fazla yalnız bırakmamış olacaktık.

Daha önce de bahsettiğim gibi ilk ayımız çok da problemli geçmemişti. Birinci ayın sonunda iyice düzene girmeyi beklerken bir anda uyku problemlerimiz baş gösterdi. Gündüz uykuları yok denecek kadar azaldı. Çok zor uyuyordu, tam yerine koyarken uyanıyordu, uyanmasa bile hemen sonrasında sıçrayarak uyanıyordu, ya da sorunsuz bir şekilde uykuya dalsa bile yarım saatten fazla uyumuyordu. Zaten gün içinde yeterince uykusunu alamıyordu ve akşam saatlerinde iyice uykusu geldiği için sürekli ağlıyordu. 3-4 saati buluyordu uyuması ağlama nöbetlerinden sonra sakinleşmesiyle birlikte. Emzirerek uyutamıyordum o dönemde, çok ağlıyordu ve direniyordu. Kucakta, göğsümüzde uyuyordu sadece pışpışlanarak. Aslında anneannesinin göğsünde demek daha doğru olur. Bu işi benden çok daha iyi beceriyordu annem nedenini bir türlü anlayamasam da. Zaten iyice geç saatlerde uyuyordu ve her gece 3’te uyanır olmuştu kurulu saat gibi. Ve hava aydınlanana kadar yaklaşık 2 saat boyunca uyumuyordu. Sürekli ağlıyordu bu süre içinde, sonunda bitap düşüp tekrar uyuyordu ve yaklaşık 1,5-2 saat daha uyuyordu. Birkaç hafta sonra pusetini eve çıkarma fikri geldi aklımıza. Puseti bizim kurtarıcımız olmuştu. Çünkü artık ne annemde, ne de bende hal kalmamıştı. Zaten iri bir bebek olarak dünyaya gelen İdil, tam gaz kilo almaya devam ediyordu ve 2. ayın sonunda 7 kilo olmuştu bile. Saatlerce kucakta taşımaktan dolayı ne elimiz, kolumuz tutuyordu, ne de belimiz. Gündüzleri pusetinde uyumaya başlamıştı kısa da olsa. Gece nöbetlerinde de yine pusetinde sakinleştirip, uyutup yatağına alır olmuştum. Puset benim vazgeçilmezim olmuştu artık.

Sonra 2. ay kontrolü için tekrar Ankara’ya döndüm ve yaklaşık 1 hafta kadar kaldım. Tekrar Eskişehir’e döndüğümde çok büyük bir fark vardı uykularımızda. Evet, belki hala zor uykuya dalan bir bebekti İdil ama artık gece 3-5 nöbetlerimiz sonra ermişti. Akşam 9 civarında uyuyordu, yaklaşık 5 saatlik bir uykudan sonra uyanıyordu, uykusu hiç açılmadan emziriyordum ve bir 3 saat falan daha uyuyordu, sonra tekrar bir uyanış ve sonrasında 1,5-2 saatlik bir uyku daha ve sabah oluyordu. Hatta tam 2,5 aylıkken gittiğimiz ilk tatilimizde bile bozulmamıştı bu düzeni. Tek fark ilk uykuya geçişi pusette yapmasıydı. Gece odaya geçince onu tekrar yatağına alıyorduk ve aynı periyotta uykusuna devam ediyordu. Sonraları gündüz uykularında ayakta sallamaya başladım çünkü puseti sürekli ev ve araba arasında taşımak çok zor oluyordu tek başıma. Bir süre öyle devam etti ama sonrasında ayakta sallamayı da reddetti günlerce süren çabalarıma rağmen. Tekrar pusete geri dönüş yapmıştık ki onu da istememeye başladı bir anda. Sadece emzirerek uyutur olmuştum ama yine de fena sayılmayan bir düzeni vardı. Büyüyordu artık kızım…

…mı acaba?

Sonra ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama kızımın düzeni bir anda bozuldu 3,5 aylıkken. Önceleri uyuduktan 2-3 saatlik ilk uykudan sonra saat başı uyanmaya başladı. Çok kısa bir süre sonra daha da beter hale geldi ve o ilk 2-3 saatlik uykuda kayboldu. Yarım saatte bir uyanır hale geldi. Bazen arada 1 saat ya da biraz daha fazla uyuduğu oluyordu ama genelde her yarım saatte bir uyanıyordu. Günlerce süren uykusuz gecelerin ardından daha fazla dayanamayarak pes ettim ve yanımda yatırmaya başladım. İyi mi ettim, kötü mü hala emin değilim ama artık belli bir saate kadar park yatağında yatırıyorum, belli bir saatten sonra kendim de uyuyabilmek için yanıma alıyorum. Artık tam bir kısır döngü içerisindeyim, bu durum onu iyice bana bağımlı kılıyor ama kızım asla başka türlü uyumaz oldu.

Belki bu satırları okurken aklınıza bir sürü alternatif yöntem ve çözüm yolu geliyordur ama bu süre içinde denenebilecek her şeyi denedim. Sonuç olarak kızım şu an 6,5 aylık ve sadece emerek uyuyor ve biz hala yan yana yatıyoruz. Bense hala farklı şeyleri deneyerek bir gün her şeyin düzene gireceğini umuyorum

22 Eylül 2011 Perşembe

Çekirge misali


İlk doğduğu günden itibaren duymaması gereken çok ufak sesleri bile duyuyordu uykuya dalmak üzereyken ya da uykusunda. Her sesi duyması mı buna sebep oluyordu, yoksa bir türlü derin uykuya geçememesi mi bilmiyorum ama sürekli sıçrıyordu bebeğim. Sürekli araştırıyordum, farklı doktorlara soruyordum ama cevap hep aynıydı. Bazı bebeklerde görülebilen bir durumdur, ortalama 6 ayda, ya da en kötü ihtimalle 1 yaş civarında geçer. Eğer sıçradıktan sonra ellerde, kollarda kasılma gibi bir durum olmuyorsa korkulacak bir şey yok, nörolojik bir şey değildir. Tamam, kötü bir durum değil ama bebeğim uyuyamıyordu bu yüzden ve ben perişan oluyordum. İlk ayın sonunda zaten zor uyuyan bir bebek haline gelmişti, çoğu zaman daha beşiğine koyarken uyanıyordu uykusunun çok hafif olmasından dolayı. Uyutup, iyice dalmasını da bekledikten sonra yerine koyarken sırtımdan, o anki hareketimle kemiklerimden gelen çıt sesine uyandığını bilirim. Yerine koyarken uyanmasa bile üç beş saniye sonra sıçrayarak uyanıyordu. Başında ne olur uyanmasın diye bekler olmuştum yatırdıktan sonra. Bir sıçradı, iki sıçradı…oh tamam uyanmadı, bu sefer daldı diye düşünürken bir sıçrayış daha… Veeeeeee üçüncü sıçrayışta gözlerini açıyordu. Bütün o uyutma seremonisine sil baştan başlıyorduk. Yüzüstü yatırmamı söyleyenler olmuştu hem sıçrama sorununu çözer, hem de daha kaliteli bir uykusu olur diye ama ben bir türlü cesaret edemiyordum. Eğer kızımı yüzüstü yatırırsam, bir saniye bile gözlerimi kapayamayacaktım ya nefes alamaz, ya uykuda fark etmezse diye. Yaklaşık 4 aylıkken sırtüstü yatarken yüzüstü dönmeyi öğrenmişti. Sonra bir gece daha sonra değineceğim uyku problemlerimizden dolayı yan yana yatarken bir anda kıpırdamasıyla uyandım sabaha karşı. Yaklaşık 4,5 aylıktı. Uyku sersemiydi ama gözleri açıktı ve yan dönmeye çalışıyordu sanki. Birinci denemede başarısız oldu, ikinci deneme yine başarısız... Üçüncü deneme çok daha kuvvetliydi ki bir anda kendini yüzüstü buldu. Hiç dokunmadım, izledim. Kafasını sağa çevirdi olmadı, düz koydu olmadı, sonra sola doğru çevirdi ve uyumaya devam etti minik kızım. Tabi ben uyumayı bırakıp onu kontrol ettim uyanana kadar. O arada fotoğrafını çekmeyi de ihmal etmedim tabi ki. Sonraki birkaç gün sadece öğle uykularında yine kontrollü bir şekilde yüzüstü yatırdım. Gerçekten de asla yarım saati geçmeyen öğle uykuları 1 saati geçkin bir süreye uzamıştı ve artık sıçramıyordu. Birkaç günün sonrasında, başını artık tamamen kontrol edebildiğinden emin olduktan sonra geceleri de yüzüstü yatırmaya başladım. İşte o gün bu gündür artık sıçramıyor kızım.

16 Eylül 2011 Cuma

Mimlendim - Nurturia

Sevgili Nurturia arkadaşım Codid yani çılgın tekme beni mimlemiş… Konu mu ? Tabi ki Nurturia!

Ablamdan duyup üye olmuştum ama hamileliğim boyunca, hatta İdil 1 aylık olana kadar bir daha siteye giriş yapmamıştım aslında…

Şimdi mi? Başucu kitabım oldu… Çok şey öğrendim, azıcık da olsa bildiklerimi paylaştım… Yeni ve çok güzel arkadaşlarım oldu sayesinde aynı dili konuştuğum… Kimi yakında, kimi uzakta bir sürü arkadaşı oldu kızımın… Merak ettiğim bir şey olduğunda telefona sarılmak yerine güncelleme girip altına yazılan yorumlarda cevap arar oldum… Kızımın verdiği tatlı yorgunluğu, orada atar oldum üzerimden… Diğer annelerin sevincine, üzüntülerine ortak olur oldum… Kızımdan başka çocukların ilkleriyle de yüzümde tatlı bir tebessüm oluşur oldu…Annelik onunla daha keyifli, daha rahat oldu…

Veeee, beni takip eden tüm Nurturia annelerini mimliyorum


11 Eylül 2011 Pazar

Bu bir pişmanlık yazısıdır

Ablamın kızı Nilsu hiç emzik almadı. Ablam bu konuda çok sıkıntı yaşadığından dolayı iki gece hastane yatışının ardından eve geldiğimizde, ilk iş olarak İdil’e emzik verdi. Benim minik kızım emziği çok sevdi, büyük bir zevkle emziğini emmeye başladı. Emzirdikten sonra emziğini veriyordum, biraz kucakta sallanmayla uyuyordu. Gün içinde de uyanık olduğu anlarda emziğiyle gayet güzel oyalanıyordu, pusetinde emziğiyle kendi kendine uyuyordu. Gece emziğiyle uyuduktan sonra sıkı sıkıya tuttuğu emziği zorla ağzından çıkarıyordum gece tedirgin olmayayım diye. Hani demiştim ya kızım ilk zamanlarda çok sakindi diye, ben emziği sadece ağladığında susturmak için verir oldum bir süre sonra. Çok da ağlamadığı için bir baktım ki, bir süre sonra emziğini hemen hemen hiç vermez olmuşum. Yaklaşık 20 günlük emzik maceramızın sonunda ne mi oldu? Benim sevgili kızım emzikten tamamen soğudu ve bir daha asla emzik almadı. Şimdi mi? Hala deniyorum hemen hemen her gün. Sonuç mu? Artık beni emzik yerine kullanan ve asla kendi kendine oyalanmayan bir kızım var! Emziğini de her oyuncağını, eline geçen her nesneyi ağzına götürdüğü gibi ağzına götürüyor, birkaç ısırıktan sonra da fırlatıp atıyor…

İşte size kızımın emzik aldığı ama artık mazide kalan günlerden bir kare… 



Peki ben ne mi yapıyorum? Göz göre göre kızımı emzikten soğuttuğum ve çok büyük bir rahatlığı kendi ellerimle yok ettiğim için her gün kafamı taşlara vuruyorum!

İlk günler

İlk günlerimiz çok rahat geçti aslında. Ablamın kızı Nilsu’dan sonra çok sakin bir bebek gibi gelmişti idil bize. Uyuması gerektiği kadar uyuyor, her normal bebek gibi ara sıra ağlıyordu. Bizi tek zorlayan, ilk günlerde gece gündüz ayrımı henüz oluşmadığı için bütün günü üç saat uyku, sonrasında beslenme, alt değişimi, biraz oyalanma ve tekrar  uyku olarak geçiren kızım akşam 9-10 civarı uyanıp, gece yarısını geçmeden tekrar uyumamasıydı.


Bir de iri bir bebek olarak dünyaya geldiği için sanırım olması gerekenden biraz daha fazla iştahlıydı. İlk günlerde kızımın doymadığını hissettiğim için mama takviyesinde bulundum. Bir öğün anne sütü, diğer öğün mama şeklinde gittik ilk ayımızda. İkinci ay mamayı bir ya da iki öğüne düşürdüm. Ablamın tavsiyesi üzerine, mamanın rehavetine hiç kapılmadım, ısrarla ve inatla emzirmeye devam ettim ve 2. aydan sonra mamayı tamamen kestim. Gaz problemi sürekli olmasa da, birkaç kere bizi ciddi anlamda sıkıntıya soktu ve bu sebeple gaz için damla kullanmaya başladık. Bilmiyorum, belki de ilaçtan dolayı çok sıkıntılı geçmemiştir. Zaten ilacı da 3 ayın sonunda tamamen bıraktım.

Aklıma gelmişken, kızım ilk doğduğu gün kafasını dimdik tutabiliyordu. Rahmetli babaannem ben ilk doğduğumda benim için “maşallah, nasıl da dimdik tutuyor kafasını” demiş. Eeeee, annesinin kızı diyorum ben de, babasının kopyası diyenlere inat…

9 Eylül 2011 Cuma

Merak edenlere

Kızım 4.245 gr. olarak doğdu. Aslında 2 gündür dünyaya gelmek, bize merhaba demek istiyormuş ama kilosu ve koca kafası yüzünden yapamıyormuş. Her işte bir hayır var derler ya, gerçekten öyleymiş. Normal doğum diye de çok fazla zorlamamak gerekiyormuş...

İlk öpücük

Minik kızımın ismi aslında çok öncelerden belliydi. Hatta cinsiyeti bile belli değilken, herkes erkek olacağını düşünürken ortada hep İdil ismi dönüyordu. Babası çok istemişti bu ismi. Her ne kadar yıllardır kızım olursa koyacağım tek isim dediğim başka bir isim olsa da aklımda, İdil bana çok sıcak geldi hep. Sıcaktı, inceydi, kırılgandı…

Nedense hep vaktinden önce doğacağını düşünmüştüm İdil’in. Ne büyük yanılgı! 40. haftadan sonra telefonları hala doğurmadım diye açmaya başlamıştım. Kızım içerde rahattı sanırım ve çıkmaya iç niyeti yokmuş gibi görünüyordu. Bense uzun zaman önce bıraktığım tedirginlikleri tekrar yaşamaya başlamıştım. Mekonyum aspirasyonu ile ilgili bir yazı okumuştum ve bu beni korkutmaya başlamıştı. Normal doğumda da ısrarlıydım ve tedirgin bir şekilde bekleyişim sürüyordu. Doktorum tıbben 42. hafta dolana kadar beklemeye devam edebileceğimizi söylese de, çok fazla zorlamanın da anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştım ve kendimce 42. haftaya girdiğim günü bekleyebileceğim son tarih olarak belirlemiştim. O güne kadar doğmazsa eğer, sezaryen doğum isteyecektim.

Tam da kendimce belirlediğim ve doktorumdan da onay aldığım tarihten 2 gün önce sancılarım başladı. Elimde kağıt, kalem, sürekli saate bakıp not alıyordum. Sancılarım 10 dakikada bire düşünce sabah apar topar hastaneye gittik önceden hazırladığım çantayı da bagaja atıp. Ama doğum başlamamıştı ve beni geri gönderdiler. Hatta psikolojik mi bilmiyorum ama hastaneye vardığımızda sancılarım bıçak gibi kesilmişti. Gün içinde rahattım fakat akşam o dayanılmaz sancılar tekrar başladı. Gece tekrar hastanenin yolunu tuttuk. Ama sanırım kızım bana şaka yapıyordu ve hastanede sancılar tekrar kesildi. Ertesi sabah düzensiz bir şekilde sancılarım devam etti. Gece hiç uyumadım sancıdan, sabaha karşı tüm ev aklını ayağa diktim bu sefer kesin geliyor diye. Ama zaten hava aydınlanmıştı ve birkaç saat daha beklemeye karar verdim. Zaten o gün 4 Mart idi. Ameliyathaneye zaten ismim yazılmıştı her ihtimale karşı. Sabah 8 de hastaneye gittik, eğer doğum başladıysa devam edecekti, yok eğer hala başlamadıysa sezaryen için ameliyata alınacaktım. Doktorum beni tekrar muayene etti ve hala kanala girmediğini söyledi. İstersem suni sancı verebileceğini de ekledi. Suni sancıyı hiç düşünmemiştim, istemiyordum çünkü normal sancıdan daha kötü bir sancı olduğunu  ve suni sancıya rağmen sonunda sezaryenle biten hikayeler duymuştum. Kabul etmedim ve sezaryene alındım. Epidural anestezi ile olacaktım ameliyatı ve artık sancılarıma dayanamaz hale gelmiştim. Bir an önce epiduralin takılmasını istiyordum ki, sancılarım son bulsun. Eşim ameliyata girmedi dayanamayacağını söyleyerek. Ablam girdi benimle birlikte ameliyata. Hem desteğini hissedecektim, hem de kızımın ilk anlarını fotoğraflayacaktı. Sonrası çok belirsizdi benim için. Bilincim yerinde olmasına rağmen aklım karmakarışıktı. Başımda duran hemşireye sürekli üzerimdeki örtüyü kaldırmasını söyleyip durdum. Güya sadece görüşümü engelliyorlardı ama sanki nefes almamı da engelliyormuş gibiydi. Sonra bir ağlama sesi duydum ve ardından “hocam bebeğin yüzünde ben var” sesi yükseldi. Titriyordum, merak içindeydim. Ben mi? Nasıl bir ben? Acaba kızımın yüzünü kaplayan koskoca bir leke mi vardı simsiyah? Nedense o an ablamla konuşmak aklıma bile gelmedi. Başucumdaki hemşireye sordum neresinde, nasıl bir ben diye, “birazdan gösterecekler” dedi sadece.

Sonra kızımı getirdiler yanı başıma, ilk olarak yanağına öpücük gibi konmuş minik beni çarptı gözüme… Öptüm, kokladım, gözlerimden yaşlar süzüldü. Tarifi zor bir duyguydu hissettiklerim. Karma karışıktı, biraz şaşkındım, biraz rahatlamış, ama en çok da anne…

İçim Kıpır Kıpır


Bayram tatilinde 4 günlük bir tekne turuna katıldık. Benim için bir ilkti teknede konaklamak, çok da keyifliydi açıkçası. 17. haftanın içindeydim, kahvaltı sonrası güvertede otururken bir anda içimde bir hareket hissettim, tam anlamaya çalışırken tekrarlandı. İşte o an dedim ki benim kendi kendime hareket olarak nitelendirdiğim şeyler bebeğimin hareketi değilmiş. Kendimi çok dinliyor olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek, birçok kişiye göre erken bile hissetmiştim ilk hareketini karnımdaki mucizenin. Sonrasında birkaç gün yine sessizlik. Tekne turu sonrasında ablamlar Ankara’ya döndü, biz ise bebekle uzunca bir süre böyle gezme imkanımız olmaz diye düşünerek Marmaris ve sonrasında Datça olarak yolumuza devam ettik. İkinci hareketi dönüş yolunda arabada hissettim. Sonrası da zaten artarak devam etti. Artık çok daha rahatlamış hissediyordum kendimi. Günde birkaç kere de olsa o hafif kıpırtıları hissetmek bana çok fazla güven veriyordu. Ayrıntılı ultrason konusunda çok iyi olduğu söylenen bir radyolog duymuştum, döndükten sonra ona gittim. Kendisi aslında birçok doktorun ve çevremdeki insanların söylediği şeyi söylemişti ama nasıl söylediyse, benim hamileliğim için bir dönüm noktası olmuştu o gün. Artık çok farklı bakıyordum ve kuşkularımdan eser kalmamıştı.

Sonrası çok güzel geçti son 2 aya kadar. Sürekli kamufle etmeye çalıştığım göbeğimi göğsümü gere gere taşımaya başlamıştım. Hamile kıyafetleri giymek, karnımın günden güne büyümesi bana fazlasıyla keyif veriyordu.

Sanırım 6. aydı, bir gece kalp çarpıntısıyla uyandım. Öyle ki, solup alıp vermekte güçlük çekiyordum. Bu böyle 2 gün daha devam etti. Yaklaşık yarım saat içinde normale dönüyordu soluk alıp vermem. Üçüncü gün bunun normal olmadığını ve tansiyonumun ya çok düştüğünü ya da çok yükseldiğini düşünerek hemen tansiyonumu ölçtüm gece yine aynı çarpıntıyla uyanınca. Tansiyonum normaldi ama bir anda gözüm dijital ekranda yazan nabız rakamına ilişti. Nabzım 120 idi. Tam olarak bilmesem de normalde 70-80 civarı olmalı diye aklımda kalmıştı. Hemen gecenin bir yarısı bilgisayar başına geçtim ve hamilelikte nabız yüksekliği hakkında araştırma yaptım. Söylenenler hep aynıydı, ‘vakit kaybetmeden doktorunuza haber verin ve bir kardiyoloğa görünün’ Sabah ilk iş doktorumu aradım, zaten o da hemen kardiyoloji bölümünden randevu almamı söyledi ve ertesi gün hastaneye gittim. Sonrasında öğrendim ki bende mitral yetmezlik varmış. Yani kalp kapakçıklarımdan biri tam kapanmıyormuş ve pompalama esnasında kanın bir bölümü o kapanmayan kapakçıktan geri kaçıyormuş. Kalp de bu açığı kapamak için normal bir insandan daha çok kan pompalıyormuş. Hamilelikte de zaten bebek için daha fazla kan pompalandığı için ikisi bir araya gelince benim kalbim çok çabuk yoruluyormuş. Aslında doğuştan olan bir şeymiş ama seviyesi çok yüksek olmadığı için bu güne kadar anlayamamışım. Son yıllarda daha çabuk yorulmamı da hep, yaşa, kiloya  bağlamıştım. Tabi işin içine gebelik girince tetiklenmiş bu durum. Doğumdan sonra eski haline dönersin, hiçbir şikayetin kalmaz demişti doktorum, ki nitekim öyle de oldu. Hatta bu satırları yazarken hatırladım böyle bir durum olduğunu.


Karnım iyice büyüdükten sonra ayakta bile zor durmaya başladım. Birçok hamileye göre oldukça büyük bir karnım vardı. Bu koca göbek zaten rahatsız olan belimle birleşince sonuç tam bir felaket oldu. Çok ağırlaştım aslında, evde hiç iş yapamaz oldum, iki tane tabağı makineye yerleştirirken bile belim inanılmaz ağrıyordu, her şeyi oturarak yapmaya çalışıyordum. Yürüdüğümde çok ağrım olmuyordu, genelde sabit bir şekilde durduğumda çok zorlanıyordum. Bu sebeple olsa gerek 42. haftaya kadar karnımda taşıdığım kızımla son gün de dahil hep gezdim. Belime rağmen, hatta son 2 gün çektiğim sancılara rağmen, her an doğum olabilir diye Eskişehir’den gelen annemi taktım koluma ama hep gezdim.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Kızım oluyor

 Her ne kadar hep kız çocuk istemiş olsam da hayatım boyunca, karnımdaki bebeğin erkek olduğundan  o kadar emindim ki, erkek isimleri düşünmeye başlamıştım bile… Bu arada, eşim zaten erkek çocuk istiyordu, o ayrı... Bayram tatiline çıkmak üzereydik ve öncesinde 16. hafta kontrolüne gittik… Bu arada yaklaşık 1 ay önce eşimin cinsiyeti belli olur mu şimdiden sorusuna karşılık doktor söyle bir baktı ve dedi ki, sanki bir çıkıntı var gibi gibi ama.. yine de erken bunu söylemek için... Sanırım o da benim içime doğan erkek çocuk düşüncesine tuz biber oldu ve biz kendimizi iyice şartladık… Hatta o kadar şartladık ki, ablam bile keşke kız olsaydı, iki kuzen çok daha iyi anlaşırlardı diyordu… Ve hatta hem pembesi, hem mavisi olan oyuncak tavşanlı emzik tutacağının mavi rengini almıştı...

Doktorum baktı baktı baktı… Uzun bir süre sessizlik oldu, bizde heyecan dorukta… Ve dedi ki, "Geçen ay dediğim gibi bir kızınız olacak"… Yaptığım ilk şey eşimin yüzüne bakmak oldu... Yüz ifadesi gerçekten görülmeye değerdi... Ağzından çıkan ilk kelime, "Emin misiniz" oldu.. sonra da ekledi, "Ama geçen ay erkek gibi görünüyor demiştiniz"… Doktor, "Haaa., öyle mi demiştim, ama bu çocuğun cinsiyeti kız"...

Sonra bir telefon trafiği.. Herkes şok yaşıyor… Herkes o kadar şartlamış ki kendini… Ha bir de uzunca bir süre etraftan, çok yakın olmayan tanıdıklardan şu cümleleri duyduk her ne hikmetse, "Olsun canım, e sağlık olsun, olsun kız çocuk da iyidir"… Ne demek yani "Kız çocuk da"?! Ahali, kızım oluyor kızım.. Ben çok mutluyum… Ne erkek çocuk sevdalısı bir milletmişiz biz de haberim yokmuş…

2 Eylül 2011 Cuma

Hamileyim

Hamileyim dedim ama heyecan yapmayın hemen :)) Uzunca süre gecikmiş olan bir yazının başlığıdır bu :)) Kısaca hamilelik günlerimden bahsetmek istiyorum… Kısaca diyorum ama pek de kısa bir yazı olmayacak gibi, ne de olsa koskoca 9 ay.. Hatta daha fazlası…

Fazlasıyla sabırsız bir kişilik olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek, internetten erken gebelik testi sipariş etmiştim… Regl dönemine 1 hafta kala yapılanlardan… sonuç mu? Tabi ki negatif.. Ben ise hüsranlardaydım.. Aradan 4-5 gün geçmişti, ablamlara gittik… Akşam balkonda otururken ben bir anda gülmeye başladım kıkır kıkır… Ablamla göz göze geldik ve dedim ki ben hamileyim… Niye bilmiyorum, bir anda içime öyle doğdu negatif teste rağmen... O arada eşim ve eniştem içerdeydi. sonra yanımıza geldiler tekrar ve ben yine gülmeye başladım… Ne oldu diye sordu, yok bir şey dedim. Senden birşey isteyeceğim ama söz ver yapacağına dedim… Sonra evimize gitmek üzere ablamlardan ayrıldık ve ben bombayı patlattım gecenin 12'sinde.. Hadi hastaneye gidelim, kan testi yaptıracağım.. Çünkü biliyorum ki, kanda daha erken görülebiliyor. Deli misin sen gecenin bu vaktinde dese de eşim, kendimizi hastanede bulduk bir anda… Tabi acildeki hemşirenin ilk sorusu kaç günlük bir gecikmeniz var oldu. Bense daha yok öyle bir şey demeye utandığım için 1-2 gün diye yalan söyledim... Hemşire, ama çıkmayabilir, siz en iyisi 1-2 gün sonra gelin dedi ve bizi yolladı… Ben hüsranlardayım tabii. Eve gider gitmez uyudum ki hemen sabah olsun ve eczaneden test alabileyim… Sabah ilk iş testi yaptım ve sonuç çok silik bir ikinci çizgi... Havalara uçtum ve biliyordum dedim içimden…

Saha önce bir düşük yapmış olmam beni öyle korkutmuştu ki, ya yine aynı şey olursa diye düşünmekten kendimi alamıyordum bir türlü. Bu arada düşük yaptığım hamileliğimde, düşükten sonra doktor demişti ki, ilk gebeliklerde düşük ihtimali çok yüksektir ve sizinki de muhtemelen böyle bir şeydir. Bir çok doktor, tekrarlayan düşüklerden sonra bir takım genetik testler önerir ama isterseniz yaptırabilirsiniz demişti. Bana da çok mantıklı gelmişti, sonradan keşke demektense, eğer yaptırırsam, kan pıhtılaşması ile ilgili bir sorun varsa, önceden önlem alabilirdik… Fakat sonra ne olduysa, ben öyle bir durum olduğuna inanmıyorum ve yaptırmayacağım dedim ve vazgeçtim yaptırmaktan. Bu arada demiştim ki, bu sefer 8 haftalık olana kadar gitmeyeceğim doktora. Çünkü tam sekiz haftalıkken bebeğimin kalbi durmuştu öncesinde. Ama bende bu sabırsızlık , bu telaş ve bu paranoyaklık varken kendimi bir türlü tutamadım ve soluğu hastanede aldım. Daha o kadar erkendi ki, keseyi bile görememişti doktor… İki gün sopnra tekrar gittim, bu sefer kese göründü.. çok sevinçliydim, aynı zamanda tedirginliğim ve o testleri yaptırmadığım için de çok pişmandım. Ya tekrar aynı şey olursa korkusu sarmıştı tüm beynimi. Bu arada bu sefer farklı bir hastane ve doktora gitmeye başlamıştım. Hikayemi anlattım ve bana her ihtimale karşı Coraspin içmeye başlamamı önerdi. Bu arada, 7. haftaya gelmiştik bile ve o arada bir kanama alanı fark etti doktor… 12. haftaya kadar haftada bir progesteron iğnesi olmamı söyledi ve 3 gün boyunca yatmam gerektiğini söyledi… Rapor yazdı ama iş yerimi çok da yoğun olduğumuz bu dönemde bırakmam imkansızdı.. bunu dile getirdiğimde doktor tabi ki bu sizin vereceğiniz bir karar, önceliğiniz işiniz mi bebeğiniz mi bunu kendiniz belirleyeceksiniz dediğinde kafama balyoz yemiş gibi oldum . Tabii ablam ve eşim hariç hamileliğimi hiç kimse bilmiyordu. İş yerime bir işim olduğunu söyleyip gidiyordum hastaneye. Ağlayarak geri döndüm ve dedim ki, ben hamileyim ve durumum budur ve 3 gün kıpırdamadan yatmam gerekiyor. Bu arada eşim ve ablam şehir dışına çıkmak zorundaydı bu günlerde ve başka hiç kimse bilmiyordu ve ben kimselere söylememeye o kadar kararlıydım ki, bana bu 3 gün bakabilecek kimse kalmamıştı… 3 gün neredeyse hiç kıpırdamadan evde yattım tek başıma. Oturma odasındaki kanepeyi açıp yatak haline getirdim, önümde bir sehpa, üzerinde notebook, karşımda televizyon, bol bol film izledim, internetten 3 öğün eve yemek sipariş verdim, sadece zorunlu ihtiyaçlar için ayağa kalktım… Sonuç: kanama alanı küçülmüştü… Çok sevinçliydim… Sanırım her şey yoluna girmeye başlamıştı. Ama yine de benim korkularım bir türlü geçmek bilmiyordu. Sık sık, kesin bir şey oldu diye doktora gidiyordum, bebeğimin kalp atışını duyunca rahatlayıp geri dönüyordum…

12. haftaya geldiğimde ikili tarama testi yapıldı. Doktorlar genel olarak 1/250 yi sınır kabul edip, ona göre amniyosentez kararı verirlermiş. Benim sonucum ise 251 de bir çıktı… Doktor 4. ayda üçlü tarama testi sonuçlarına da bakarız ama vakti gelince amniyosentez  yaparız dedi çok net bir dille olmasa da, ama ben hiç olmak istemiyordum. Bu sebepten dolayı testi ikinci defa yaptırmaya kadar verdim. Böylelikle kendime başka bir hastane buldum ve hiç yaptırmamış gibi, tekrar 12. hafta kontrolüne gittim ve ikili tarama testi yaptırdım. Esne kalınlığı, kan tahlilleri derken,  sonuç çok daha iyi çıktı ve amniyosenteze gerek çok kesinlikle dendi… İşte benim duymak istediğim cevap... Artık her şey çok daha iyi olacaktı, biliyordum…

25 Ağustos 2011 Perşembe

Bunca Zaman Neredeydim...

Ablam, yeğenim Nilsu için bir blog tutmaya başlamıştı ve ilk o zaman demiştim kendi kendime ilerde ben de çocuğum için aynısını yapmalıyım diye... Sonra hamile kaldım... Tam da zamanı, en baştan itibaren yazacağım diye düşünürken, başlayamadan sona erdi blog maceram.. 8 haftalıkken bebeğimi kaybettim... sonra aradan 5 ay geçti ve ben yine hamileydim... ama nedense bir türlü olmadı, hep erteleledim... Biraz üşengeçlikten, biraz boşvermişlikten, biraz da... bilmiyorum işte... Ta ki bugüne kadar.. Doğum günümde bana süpriz yapmak isteyen ablam, bu blog hesabını benim için almış ve hazır duruma getirmiş.Bu durumda bana sadece yazmak kaldı. Gerçi doğum günümün üzerinden birkaç hafta geçti ama o kısmını hiç karıştırmıyorum.
Şimdi işim daha da zor... 42 haftalık bir gebelik süreci ve yaklaşık 6 aylık İdil'li yaşamımı geriye dönük özetlemem gerekiyor . Haydi bana kolay gele...

Başlarken


Bir yerden başlamak gerekiyordu... Geç oldu biliyorum ama işte burdayım... Hayır belki de burdayız demek daha doğru olacak... İdil, ben ve onun getirdikleri...