17 Temmuz 2012 Salı

Biiii



Bu sefer tembelliğin dozunu biraz fazla kaçırdım sanırım… Aslında tembellik mi bilmiyorum, İdil o kadar hareketlendi ve o kadar bana düşkün bir çocuk oldu ki gerçekten vakit bulamıyorum yazmaya. Bir de yaz geldi, artık daha çok dışarıdayız. Vakit gerçekten yetmiyor bana bu son aylarda. Tabi yazmadıkça daha çok birikiyor yazacak şeyler, daha zor geliyor insana ve başlıyor bir kısır döngü. Ama bugün buna son verme vaktidir dedim ve işte buradayım. Bu son 4 ayı nasıl özetleyebilirim hiç bilmiyorum.

Kızım büyüyor… Her geçen gün yeni bir şeyle çıkıyor karşıma… Son iki aydır iyice dillendi, kendini çok daha iyi ifade edebiliyor. Bir sürü yeni kelimemiz var, işte dilli düdükten inciler:

Anne (anne)
Baba, bubaaaa (baba) eğer ağlıyorsa ve acıtasyon yapıyorsa baba bir anda bubaaa oluyor
Dede, dide (dede)
Haff, havvv (havhav, köpek)
Pis pis (pisi pisi, kedi)
At (top)
Attdınnn (atmak)
Aççç (aç, çıkar)
Annn (araba ve tekerlekli her şey)
Sssss (su)
Mama (mama, yemek)
Meme (meme)
Emmm (emmek)
Biii (bir)
Ayya (ayran)
Tssss (sıcak)
Çişşş (çiş) tabi ki tuvalet eğitimi yok henüz, geldiğinde değil, gördüğünde ve duyduğunda söylüyor
Bıjı bıjı (bıcı bıcı)
Eeee eeeee (uyuma sesi)
Pişşş pişşş (bebeğini uyuturken)
Ci (cik cik, kuş)
Ce-eeee (ce-eeee)
Auuuvvv (miyav)
Gu, gann (balık) çok alakalı değil ama gluk gluk balık sesinden cıktı
Aaç (ağaç)
Hoppaaa (hoppa)
Bebi (bebek)
İiiii (eşek sesi) ama içine çekerek çıkartıyor o sesi
Cici (cici)
Mooo (mööö, inek)
Meeee (meeee, kuzu, koyun)
Bebe (pepee, en sevdiği çizgi film)
A a (vak vak, ördek)
Dınnn (dın dın, gitar, piyano vb muzik aletleri)

Çok inatçı bir kızım var benim, her şeyi kendi yapmak istiyor, yaptırmayınca kıyametleri koparıyor. Yemeğini kendi yemek istiyor, yavaş yavaş çatal kaşık kullanmaya başladıysa da sulu şeylerde ya kaşığa alamıyor, ya da azıcık aldıysa ağzına götürene kadar çoktan dökülmüş oluyor. Ama hala iştahı olan bir bebek olmadığı için bir yandan kendi oyalanırken bir yandan yedirmeye çalışıyorum iç beş kaşık. Ama ilginç olan şu ki, en baştan beri sofra kültürü oluşun diye hep bizimle, masanın kenarında oturttuysam da en azından toplu yemek yenen akşam yemeklerinde ve Pazar sabahları, İdil kalabalık bir sofrada çok şımarıyor ve yemek yemek istemiyor. Bir de birkaç çeşidi masada gördüğü an kesinlikle hiç birinden yemek istemiyor.
Bir de çorba gibi çok sulu şeyleri sevmiyor, daha kıvamlı ve sert olmayan çiğneyebileceği taneli seyleri daha çok seviyor.

Uyku düzenimiz hala aynı, hala berbat, hala gecede sayısız uyanmamız var. Ama buna rağmen sanki uykuları biraz daha ağırlaştı gibi. Tam da 16 ayı doldurduğu bu günlerde sanki gündüzleri tek uyku yapmaya başladı. Gerçi akşamüstü saatlerinde arabaya binerse, orda ikinci uykuyu muhakkak uyuyor. Sanırım şu an arada bir dönemdeyiz.


Baba aşkı hala tam gaz devam ediyor. Her sabah, bubaaa diye diye ağlayarak yolcu ediyor babasını eğer baba gitmeden uyanmışsa. Bir de özellikle babasını eşyalarını, göstererek, gururla baba, baba diyor sürekli. Ayakkabı, çekmeceden çıkarılmış çoraplar, terlik, pantolon, tişört vs. ne bulduysa o an, bana gösterip baba diyor. Tabi arada benim kıyafetlerimi de babanın sanıyor, o ayrı.

Bu arada biri 14 aylıkken, biri 15,5 aylıkken iki hastalık daha atlattık. İlkinde sebepsiz, 3 gün süren bir ateş, sonunda ortaya çıkan döküntü ile 6. hastalık geçirdi. İkincisinde, Antalya tatilimizde, ateş ile başlayan ve ağzında, dilinde çıkan aftlar, ve tüm vücudundaki irili ufaklı döküntüler ile viral stomatit teşhisi konuldu. Günlerde ne yemek yiyebildi, ne su içebildi. Hatta, tükürüğünü bile yutamıyordu. Çok zorlandı, çok canı yandı yavrumun. Bu arada daha da daha da daha da düştü memeye…

Antalya demişken, İdil burcunun hakkını verdi, ve tam bir balık oldu. Geçirdiği ağır hastalığa ragmen sudan vazgeçmedi. Yeter ki kolluğu olsun kollarında, çocuk havuzu, büyük havuzu, gece gündüz fark etmedi onun için. Gece uykusunda olması gereken saatlerde bile odamızın göl evlerinde olması, ve hemen önümüzde havuz olması sebebiyle havuza girmek için ağladı defalarca. Her seferinde de kendini suya sokturmayı başardı tabi. Deniz dalgalıydı bayağı, o yüzden denizden havuz kadar keyif almadı ama yine de korkmadı, girmemek için hiç direnmedi. Su kuşum benim…

Aslında bu 4 ayda yaşanmış o kadar çok şey var ki, sanırım yazmak mümkün olmayacak. Ama şunu biliyorum ki, artık beni çok daha iyi anlıyor, kendini çok daha iyi ifade edebiliyor. Ah bir de şu her şeyi yaptırmak için avaz avaz ağlamaları olmasa, tadından geçilmeyecek

Ben: “İdil, sen kaç yaşındasın?”
İşaret parmağını havaya kaldıran idil: Biii

O “biiii” demesi yok mu? Bir de hadi sarıl anneye dediğimde o minik elleriyle kolumu sarmalayıp başını göğsüme yaslaması… Beni benden alıyor…

14 Mart 2012 Çarşamba

Tırtıl


Soğuk kış günlerinde bir yandan hastalığa davet çıkaran, bir yandan da kurtarıcımız olan alışveriş merkezlerinden birinde, tam da bir mağazaya girerken müzik eşliğinde dönen oyuncak tırtılı gören kucağımdaki İdil, bir yandan sevinç çığlıkları atarak, bir yandan da eliyle çenemi sert bir hareketle ittirerek, görmemi istediği şeye doğru çevirdi yüzümü. Tabi ben çoktan görmüştüm ama daha önce hiç böyle bir oyuncağa binmediği için, ve yaşının da çok müsait olmadığını düşündüğüm için çok da oralı olmayıp “aaaa, bak tırtıl” dedikten sonra mağazanın içine girdim. Çıkışta aynı hareketi tekrar yapınca acaba dedim ve beraber gittiğim arkadaşımla ve İdil’i ve kendinden 1 ay büyük olan arkadaşı Ata’yı tırtıla bindirmeye karar verdik. İyi ki de vermişiz böyle bir kararı... Çünkü İdil üzerinden kaç gün geçmesine rağmen cep telefonum ile çektiğim videoyu izlerken bile sevinç çığlıkları atıyor



Minik kuzum benim, sen ne zaman büyüdün, ne zaman oyuncaklara binme, onlarla eğlenme yaşına geldin ve daha da önemlisi, daha önce hiç binmemişken nasıl oldu da bu minik tırtıldan bu kadar keyif alacağını önceden kestirebildin ve bunu bana anlatıp seni ona bindirmemi sağladın? Yoksa bu 1 yaş mucizesi mi?

13 Mart 2012 Salı

Fazla mı sosyaliz acaba?


Yoksa fazla mı başına buyruk? Eğer bu kadar küçükken bile karakter dediğimiz bir şey var ise, İdil için başına buyruk, dik başlı ve fazla özgür tanımlamaları tam da yerinde olacaktır.

Yapmak istemediği bir şeyi asla ama asla yapmıyor. Çoğu zaman kandırmak bile mümkün olmuyor, çok çabuk sıkılıyor ve küçücük boyuyla  bana resmen meydan okuyor. Aslında bu baskın karakteri genel olarak hoşuma gitse de, bazen beni fazlasıyla zorluyor. 


Ve babacı bir çocuk olsa da, baba olmadığı zamanlarda, en güven duyduğu kişi olarak anneye sıkı sıkı bağlanır diye düşünüyorum çocuklar için gördüğüm kadarıyla ama bizim kız biraz farklı. Arkadaşlarımızla bir ortama girdiğimizde, benim kucağıma gelmek istemediği çok olmuştur. Bu duruma alışığım aslında ama geçen gün yaşadığımız bir olay var ki, beni gerçekten hayretler içerisinde bıraktı.


Akşamüstü bir alışveriş merkezine gitmiştik İdil’le, eşim de oraya gelecekti iş çıkışında. Eşimi beklerken büyük bir çocuk mağazasına girdim. İdil pusetinde durmadığı için kucağımdaydı ve sürekli yere inmek istiyordu. İndirince de raflardaki şampuanlara, oyuncaklara saldırıp hepsini yere indirmeye kalktı. Baş edemeyince tekrar kucağıma almak istedim ama çok direndi. Bize yardımcı olan genç bir erkek satış danışmanı halime acıyıp İdil’i kucağına almayı ve oyuncaklarla falan oyalamayı teklif etti ben rahat rahat bakabileyim diye. Benim için bir problem olmadığını ama biraz kilolu ve taşıması zor bir çocuk olduğunu söyleyip verdim İdil’i.  Sonra bakacaklarıma bakıp alacaklarımı seçtim ve kasaya doğru yol aldım. Bizim kız abisinin kucağında güle oynaya oyuncaklara falan bakıyor bu arada. Ödemeyi yaptıktan sonra yanlarına gidip önce teşekkür ettim  sonra da İdil’i almak için bir hamle yaptım... Ama o da ne?!! Bizim kız beni elinin tersiyle ittiriyor, ellerime vuruyor ve abisinin kucağına iyice yapışıyor. Ne yaptıysam, ne dediysem alamadım, biraz zorladım bu sefer de başladı ciyak ciyak ağlamaya. 10 dakika falan uğraştık. Çok ağlayınca abi de kıyamadı tabi. Kusura bakmayın sizi de işinizden ettik falan dedim, ama olsun, hiç önemli değil, benim keyfim yerinde dedi. Yere koyup öyle almaya çalıştım bu sefer de bacaklarına yapıştı. Baktım bu iş böyle olmayacak hemen eşimi aradım neredesin hadi çabuk gel, durum böyle böyle, İdil’i bir tek sen alabilirsin diye. Neyse ki asansördeymiş, hemen geldi. Tabi İdil büyük aşkını görür görmez kucağına atıldı. Bu arada hepimiz gülüyoruz tabi,. Karşı mağazadan da görmüşler kapının önündeki halimizi, iki bayan geldi yanımıza sizi izliyorduk, çok garip falan diye. Siz annesi misiniz diye sordular bana. Valla öyle ama, benim kızım biraz fazla sosyal sanırım dedim. Bu arada tam ayrılırken abi, babasının kucağındaki İdil’e gel gel yaptı tepkisini ölçmek için. Peki bizim kız ne yaptı dersiniz? Bütün o yaşananları bir anda unuttu… Elinin tersiyle ittirip bir yandan da alır beni korkusuyla ellerine vurmaya başladı. Eeeeee, buraya kadarmış abisi, ne de olsa artık büyük aşkının kollarında…

Son zamanlar

Artık her geçen gün yeni bir şey öğreniyor, öğrendikçe mutlu oluyor. Yeni bir şeyler yapmanın hazzı mükemmeldir sanırım onun için… Ama daha da güzeli onu bu şekilde görmek…

Artık burnunu, ayaklarını, ellerini, kulaklarını ve saçlarını gösteriyor, hatta baş ya da saç dediğimiz anda bile hemen elini kafasına götürüyor. Toka gördüğünde yine aynı şekilde eller hemen saça gidiyor. Tabi sadece göstermelik, yoksa hala toka falan taktırmıyor sacına çoğu zaman. Bir de göbüş nerde diye sorunca başlıyor göbeğine vurmaya hemen.

İlginç bir şekilde banyo küvetine karşı bir ilgisi var, sürekli içine girip oyun oynamak istiyor ki, bu da banyoda işim varken çok işime yarıyor. Yoksa ne açtığı dolaplarla, ne boşalttığı çamaşır sepetiyle baş edemiyorum. Bir de suya karşı ilgisi fazlalaştı ki, bu banyoyu bizim için daha keyifli hale getirdi. Banyoda içeri girer girmez ellerini ovuşturmaya başlıyor yıkayacakmış gibi, biz elimizi yıkarken hafifçe onun elini de yıkadığımızda mest oluyor.

Bu aralar en büyük keyfi, hemen evimizin önündeki boş arsada duran köpekleri ve kuşları izlemek. Köpekleri gördüğünde öyle bir “haf haff “diyor ki, adeta kendinden geçiyor. Tabi diğer hayvanlara da ilgisi çok büyük. Şimdilik hepsinin tek bir adı var, o da “haf haf”.  Kedi gösteriyorum ve bu ne kızım diyorum, “haf haff” diyor hemen, “hayır kızım bu kedi, kediler miyav der” diyorum, yüzüme anlamış gibi bakıp tekrar “haf haf” diyor. Penguenin resmine bile “haf haff” diyor benim minik kızım. Atları görünce de direk üzerindeymiş gibi olduğu yerde yaylanmaya başlıyor. Atların ismi bazen “haff”, bezen “attt”

Kelime dağarcığımız çok da farklı değil 1 ay öncesine göre aslında. “haf haf” bu aralar en sık kullandığımız kelime. Buna bir de inek anlamındaki “moooo” eklendi. Son olarak da hani burun dediğimde bir yandan burnunu gösterip bir yandan da “burrnnn” diyor.

Unutmadan yazmak istiyorum, hala ek gıdayla aramız iyi olmasa da İdil artık yoğurt yiyor, hem de bayıla bayıla yiyor… Bu da benim umudumu artırdı ek gıda konusunda açıkçası. Devamı gelir umarım…

 Artık çok daha dengeli yürüyor, hatta koşar adımlarla ilerliyor bazen ara sıra kayıp düşse de... Artık özgürlüğünü de ilan etti ya, hiç eyvallahı kalmadı, ordan oraya gidiyor kafasına göre, arkamda annem var mı, güvende miyim, bu oda karanlık mı... Hiç biri umurunda değil. Hele bir de yolundan edecek olursanız, vay sizin halinize...

12 Mart 2012 Pazartesi

İlk Yaş, İlk Kutlama

Aslında önceleri sade bir kutlama düşünürken, o da olsun, bu da olsun diyerek günler, hatta haftalar öncesinden başladım hazırlanmaya. Malum, aile kalabalık olunca, bir de arkadaşlar eklenince evde tek bir kutlamayla işin içinden çıkamayacağımı anlayıp biri evde yakın akrabalarla, diğeri dışarıda bir parti evinde arkadaşlarla olmak üzere iki ayrı doğum günü kutlaması yapmaya karar verdim. İlk iş olarak kendime bir tema belirlemek istedim ve her şeyi pembe kelebeklerle süslemeye karar verdim. Bir tek pasta ve kurabiyelerimizi temanın dışına çıkarak, bir arkadaşımın da dediği gibi, ileriki yılları için bir sürü pasta şekli seçebileceğiz ama “1” yaş sadece bir kere yaşanacak düşüncesiyle “1” şeklinde yaptırmaya karar verdim. Ama üzerinde pembe kelebeklerimiz çoktan yerini almıştı.

İyi ki doğdun yazısını, pipet süslerimizi, irili ufaklı çubuklu süslerimizi istediğim tema doğrultusunda dışarıya yaptırdım benim evde uğraşacak pek fazla vaktim olmadığı için. Yine aynı yere minik kavanozlar yaptırdım üzerlerinde “idil 1 yaşında” stickerları yapıştırılmış. Tabi bir çoğumuzun vazgeçilmesi buzdolabı magnetleri de sevgili eniştem tarafından temam doğrultusunda hazırlanmış ve minik kızımın fotoğrafı ile süslenmiş bir şekilde baskıdan çoktan gelmişti bile. Canımın yarısı ablam önceden seçmiş olduğum fotoğraflarla slaytımızı hazırlamıştı beni çok derinden etkileyen bir şarkı eşliğinde. Ve tabi yine başka bir arkadaşım kocaman kelebekli süsler hazırlamıştı pembe beyaz duvarımıza asmak için. Birkaç çeşit dışarıdan sipariş edilen pasta, börek, birkaç çeşit evde yapılan salata ve tatlı çeşidi (kabul ediyorum akrabalardan da yardım aldık) ve canım arkadaşımın yaptığı, hemen herkesin tarifini istediği metrolu corn flakes tatlısı ile menümüz de hazırlanmıştı kolaylıkla.

Minik kızım elbisesinin içinde prenses gibi olmuştu sanki… Ve zaten annesine ilk yaş günü hediyesini birkaç gün önceden veren kızım paytak paytak elbisesiyle ortalıkta dolaşırken ben sadece oturup onu izlemek istiyordum. Evet hediye dedim, çünkü yaklaşık 1,5 ay önce başlayan ama bu süre içinde yürüme konusunda çok da yol kat edemeyen kızım, doğum günüe birkaç gün kala bir anda ordan oraya çok da sağlam adımlarla yürümeye başlamıştı. Aslında çok önemli değil belki ne zaman yürüdüğü, elbet hepsi vakti gelince yürüyecek ama nedense hep doğum gününde teyzesinin aldığı o çok güzel elbisesiyle bir oraya, bir buraya yürümesini istemiştim… Biliyorum, belki de elbisenin yürüyen çocukta çok daha güzel durduğunu düşündüğümdendir…

İleride canım kızıma güzel bir hatıra kalabilmesi için aldığım pembe anı defteri, o günümüzde bizi yalnız bırakmayan herkesin yüreğinden geçenleri kagıda dökebilmesi için masanın başında hazır bekliyordu...

Doğum günü saati, hem evde, hem de dışarıda, iki uyku arasına denk geldiği için huzursuz da olmamıştı. Keyfine diyecek yoktu… Aslında hiç bir şeyin farkında değildi, sadece şaşırtıcı bir kalabalık vardı. Bir de kucaktan kucağa dolaşıp seviliyordu sürekli, ve belki de en önemlisi buydu onun için.

Tabi dışarıdaki kutlamada, mekanda bir top havuzu vardı ve İdil ilk defa top havuzuna girdi. O kadar çok sevdi ki, hiç çıkmak istemedi. Bu kadarını ben bile beklemiyordum açıkçası. Sanırım artık oyun çağı da yavaş yavaş geliyordu.. Ne de olsa “O” artık 1 yaşında…


4 Mart 2012 Pazar

Mucize


Herkesin bir mucizesi var derler ya, benim de mucizem sensin. Beni anne yapanımsın sen, içimi tarifi imkansız duygularla dolduranımsın… Doğdu doğacak derken nasıl da geçmiş koskoca bir yıl… Nasıl da alışmışım sana, nasıl da içime sinmişsin.

Çok şey var aklımda yazmak istediğim… O kadar çok ki, hiçbir şey yazamıyorum. İçimde bir duygu seli, sözcüklere vuramıyorum…

Zormuş anne olmak, kaygılarla yaşamak, birken iki, ikiyken tek olmak… Zor ama dünyanın en güzel şeyiymiş…

Şimdi ve sonrası için tek bir şey diliyorum Allah’tan… Hayat sana hep benim gözlerimle baksın…


17 Şubat 2012 Cuma

Uzun zaman sonra...


Uzun süredir yazamadım yine. İlk başlarda vakitsizlikten, sonra da zor günler girdi araya… Çok hastaydı benim minik kuzum. Daha önce de bronşiolit teşhisi konulmuştu. Aradan 1 ay geçmeden tekrar aynı şikayetler ortaya çıktı. Sık nefes alma, öksürük, hırıltı… Tekrar gittik hastaneye, buharla ventolin verdiler, evde de tedaviye devam ettik ve birkaç gün sonra düzeldi. Sonra Eskişehir’e gittik ve ertesi gün bir anda şiddetlendi, öksürmekten uyuyamıyordu minik yavrum. Hastaneye gittik, neblulizatör almamızı söylediler, birkaç da ilaç ile geri göndük fakat ertesi gün  daha da şiddetlendi ve üzerine  bir de ateş eklendi. Ateş çok inatçıydı, 38 dereceyi gördüğümde sevinir hale gelmiştim. Hal böyle olunca bize tekrar hastane yolları gözüktü. Akciğer grafisi çekildi ve ciğerlerde enfeksiyon başladığı söylendi. İlaçlar değişti, antibiyotik verildi ilk defa. Gece 40,5 dereceye kadar çıktı ateşi, ilaçlara rağmen indiremiyorduk ki, zaten ilaç da almamaya başladı. Gerçekten işkence eder gibi veriyorduk ilacı ağzını açmadığı için. Öyle sıkı kilitliyordu ki, elimi zar zor araya sıkıştırıp, aradaki boşluktan şırınga yardımı ile ilacı vermeye çalışıyordum. Ama nafile 5 dakika geçmeden karnından garip sesler geliyordu ve kusmaya başlıyordu. Antibiyotik olunca da daha özenli verilmesi gerekiyordu ama ilacı içirmek bile imkansız hale gelmeye başlamıştı. Bu arada benim o kıpırdak kızım gitmiş, yerine kafasını bile kaldıramayan, ayakta duramayan, ya uyuyan ya da kucağımda göğsüme kafasını öylece yaslayıp hareketsiz duran bir kız gelmişti. Bir de üzerine ishal eklendi.  Baktık bu iş böyle olmayacak, tekrar başka bir doktora gittik. Kızıma pnömoni yani zatürre teşhisi konuldu. Gaita da rota virüsü ve başka şeylere de bakıldı kusma ve ishal olduğu için ama neyse ki tertemiz çıktı Belki çok ağır durumda değildi, hastaneye yatması gerekmedi ama yine de zatürre başlangıcıydı ve perişan olmuştuk ikimiz de… İğneye başladık. Aslında hiç istemiyordum iğne olmasını ama antibiyotiği veremiyorduk ve enfeksiyon başladığı için başka çaremiz de yoktu. İlk iğneden sonra ateşi gözle görülür bir şekilde düştü ve günden güne iyiye gitmeye başladı… Dün iğnelerimiz bitti sonunda, artık daha iyiyiz. Yavrumun yüzü tekrar gülmeye başladı

Bu arada 1 ay önce başlayan yürüme çalışmalarımız araya hastalık girince pek ilerleme kaydedemedi.

Tabi bu arada güzel şeyler de oldu. Kızım artık bir birey olduğunu iyice hissettirmeye başladı. Kedini çok daha güzel ifade ediyor. Yemek istediğinde ham ham diyor, emmek istediğinde em em diyor. Eliyle öpücük gönderiyor, bay bay yapıyor, hatta sesli öpmeye bile başladı. Ateşi olduğu günlerde o kadar çok ateşini ölçtüm ki, artık ateşölçeri gördüğünde tutup kulağına götürüyor. Mendille mama sandalyesini, sehpayı siliyor. Oyuncak telefonunu alıp kulağına götürüp ‘aaaaa’ diyor. Ben onu pışpışladığımda o da aynısını bana yapıyor. Bir de göz kırpması var ki beni benden alıyor. Önceleri sadece biz gözümüzü kırptığımızda karşılık verirdi aynı şekilde, şimdi şirinlik yapmak istediğinde kendiliğinden göz kırpıyor.

Yavaş yavaş bazı kelimeleri söylemeye başladı. ‘at’, ‘aç’, ‘cici’ diyor. Hala ‘anne’ demiyor. Bazen ‘enne’ gibi bişeyler söylese de, bunu hiç bana seslenirken söylemediği için henüz ‘anne’den saymıyorum.

Bir de pipetle içmeyi öğrendi Alev’in yöntemiyle. Yoğurt yemeyen kızıma aldığım pipetli bardakla ayran yapıp içiriyorum artık. O kadar keyif alıyor ki pipetle bir şeyleri içmekten, bardağın pipet kısmı kalın olduğu için çorbasını bile çoğu zaman onunla içiriyorum.

Bu arada doğum günümüze yaklaşık 2 hafta kaldı. Hazırlıklarımız devam ediyor son hız. Biliyorum şu an pek bir şey anlamayacak ilk doğumgününden ama bu onun en özel doğum günü olacak. Aynı zamanda benim de anneliğimin ilk yılı.  Her şey güzel ve özel olsun istiyorum.

15 Ocak 2012 Pazar

Minik Adımlar

Aslında ilk denemesi 20 gün kadar önce olmuştu, biz Eskişehir’deyken. O kadar ani ve zamansız olmuştu ki, birkaç kere 2-3 saniyelik desteksiz ayakta durmasını saymazsak eğer, daha desteksiz duruyor bile denilemezdi. Nasıl oluğunu anlayamadan bir anda durduğu yerden bana iki adım atmıştı ama üçüncü adımda yere kapaklanmıştı. Sanırım çok korktu ve uzunca bir süre tekrar denemedi bile. Ben de çok üzerinde durmadım açıkçası üstüne gitmemek ve daha büyük bir korku yaratmamak için. Ta ki 3 gün öncesine kadar… Koltuğa sırtını yaslamış dururken bir baktım ki koltuktan ayrılmış ve tek başına ayakta duruyor. Üstelik o kadar uzun süre durdu ki, sanırım farkında bile değildi elindeki kumanda ile ilgilendiği için. Sonra tekrar bir yürüme denemesi yaptırmanın zamanı geldiğini düşünerek yarım metre ötesinde durdum ve kollarımı ona doğru açtım. Baktı, baktı, baktı ve gülerek bana doğru birkaç adım attı ve üzerime düştü sarılarak. Bu sefer farklıydı çünkü korkmadığını, aksine çok keyif aldığını hissettim ve defalarca aynı şeyi tekrarladık. Her seferinde büyük bir iş çıkarmış gibi gülüyordu, dahası benim de bundan ne kadar büyük mutluluk duyduğumun o kadar iyi farkındaydı ki, şımarık bir şekilde hem gülüp hem bana arılıyordu her üç beş adımın ardından…

Biliyorum, daha uzun bir yolumuz var dengeli, kesintisiz adımlar için ama bu bile her şeye değer… Binlerce kez teşekkür ediyorum beni annesi olarak seçen minik kahramanıma…

1 Ocak 2012 Pazar

yeni yıl, yeni umutlar...

Daha farklı umutlarla girdim yeni yıla ben bu sene... Küçük bir can için çok güzel şeyler diledim... Saglık diledim, huzur diledim, mutluluk diledim. Bol bol uyku, uyuyan bir bebek, uyuyan bir anne, güzel güzel yemeğini yiyen mutlu bir bebek ve mutlu bir anne diledim diger senelerden farklı olarak....

İdil mi?  Yeni yılda hep benimle beraber olmak istediğini dilemiş sanırım... E bebek ya,  duaları da kabul oldu hemencecik... Yeni yılın ilk gecesinde neredeyse sabaha kadar annesiyle beraberdi bütünleşmiş bir şekilde.