9 Eylül 2011 Cuma

İlk öpücük

Minik kızımın ismi aslında çok öncelerden belliydi. Hatta cinsiyeti bile belli değilken, herkes erkek olacağını düşünürken ortada hep İdil ismi dönüyordu. Babası çok istemişti bu ismi. Her ne kadar yıllardır kızım olursa koyacağım tek isim dediğim başka bir isim olsa da aklımda, İdil bana çok sıcak geldi hep. Sıcaktı, inceydi, kırılgandı…

Nedense hep vaktinden önce doğacağını düşünmüştüm İdil’in. Ne büyük yanılgı! 40. haftadan sonra telefonları hala doğurmadım diye açmaya başlamıştım. Kızım içerde rahattı sanırım ve çıkmaya iç niyeti yokmuş gibi görünüyordu. Bense uzun zaman önce bıraktığım tedirginlikleri tekrar yaşamaya başlamıştım. Mekonyum aspirasyonu ile ilgili bir yazı okumuştum ve bu beni korkutmaya başlamıştı. Normal doğumda da ısrarlıydım ve tedirgin bir şekilde bekleyişim sürüyordu. Doktorum tıbben 42. hafta dolana kadar beklemeye devam edebileceğimizi söylese de, çok fazla zorlamanın da anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştım ve kendimce 42. haftaya girdiğim günü bekleyebileceğim son tarih olarak belirlemiştim. O güne kadar doğmazsa eğer, sezaryen doğum isteyecektim.

Tam da kendimce belirlediğim ve doktorumdan da onay aldığım tarihten 2 gün önce sancılarım başladı. Elimde kağıt, kalem, sürekli saate bakıp not alıyordum. Sancılarım 10 dakikada bire düşünce sabah apar topar hastaneye gittik önceden hazırladığım çantayı da bagaja atıp. Ama doğum başlamamıştı ve beni geri gönderdiler. Hatta psikolojik mi bilmiyorum ama hastaneye vardığımızda sancılarım bıçak gibi kesilmişti. Gün içinde rahattım fakat akşam o dayanılmaz sancılar tekrar başladı. Gece tekrar hastanenin yolunu tuttuk. Ama sanırım kızım bana şaka yapıyordu ve hastanede sancılar tekrar kesildi. Ertesi sabah düzensiz bir şekilde sancılarım devam etti. Gece hiç uyumadım sancıdan, sabaha karşı tüm ev aklını ayağa diktim bu sefer kesin geliyor diye. Ama zaten hava aydınlanmıştı ve birkaç saat daha beklemeye karar verdim. Zaten o gün 4 Mart idi. Ameliyathaneye zaten ismim yazılmıştı her ihtimale karşı. Sabah 8 de hastaneye gittik, eğer doğum başladıysa devam edecekti, yok eğer hala başlamadıysa sezaryen için ameliyata alınacaktım. Doktorum beni tekrar muayene etti ve hala kanala girmediğini söyledi. İstersem suni sancı verebileceğini de ekledi. Suni sancıyı hiç düşünmemiştim, istemiyordum çünkü normal sancıdan daha kötü bir sancı olduğunu  ve suni sancıya rağmen sonunda sezaryenle biten hikayeler duymuştum. Kabul etmedim ve sezaryene alındım. Epidural anestezi ile olacaktım ameliyatı ve artık sancılarıma dayanamaz hale gelmiştim. Bir an önce epiduralin takılmasını istiyordum ki, sancılarım son bulsun. Eşim ameliyata girmedi dayanamayacağını söyleyerek. Ablam girdi benimle birlikte ameliyata. Hem desteğini hissedecektim, hem de kızımın ilk anlarını fotoğraflayacaktı. Sonrası çok belirsizdi benim için. Bilincim yerinde olmasına rağmen aklım karmakarışıktı. Başımda duran hemşireye sürekli üzerimdeki örtüyü kaldırmasını söyleyip durdum. Güya sadece görüşümü engelliyorlardı ama sanki nefes almamı da engelliyormuş gibiydi. Sonra bir ağlama sesi duydum ve ardından “hocam bebeğin yüzünde ben var” sesi yükseldi. Titriyordum, merak içindeydim. Ben mi? Nasıl bir ben? Acaba kızımın yüzünü kaplayan koskoca bir leke mi vardı simsiyah? Nedense o an ablamla konuşmak aklıma bile gelmedi. Başucumdaki hemşireye sordum neresinde, nasıl bir ben diye, “birazdan gösterecekler” dedi sadece.

Sonra kızımı getirdiler yanı başıma, ilk olarak yanağına öpücük gibi konmuş minik beni çarptı gözüme… Öptüm, kokladım, gözlerimden yaşlar süzüldü. Tarifi zor bir duyguydu hissettiklerim. Karma karışıktı, biraz şaşkındım, biraz rahatlamış, ama en çok da anne…

1 yorum:

nilüfers dedi ki...

Yanağındaki güzel benini öpüyorum minnoşum :)